
Başımıza İcat Çıkarma!
Geçmişten günümüze geçerliliğini koruyan ve toplumsal kimlik hakkında bilgi sahibi olmamızı kolaylaştıran sözler vardır. Bu sözler toplumun nasıl düşündüğünü, nasıl karar verdiğini ve nasıl yaşadığını temsil eder. Başımıza icat çıkarma sözü de geçmişten günümüze ulaşmış ve kültürel kodlarımızda yer edinmiş bir söz olarak dikkat çekiyor.
İcatlar mucitlerin işidir, sen de bizim gibi ortalama bir insansın. Bizim gibi düşünerek bize ayak uydurmalısın. Sana buyrulan ne ise onu yap yeter. Yeniliklerle bizim de sakın aklımızı bulandırma! Bu ifadeler konfor alanında hapsolmuş sürekli aynı şeyleri tekrar ederek işini tamamlamayı ‘’başarı’’ kriteri olarak adlandırmış düşük vizyona sahip bakış açısının ürünüdür. Her dönem yenilikleri takip etmenin önemli olduğu düşünülebilir ancak bu durum 21. yüzyıl için bir seçenek değil zorunluluktur. Bilgi çağındayız bilgi her yerde ve her şey müthiş bir hızla değişiyor ve gelişiyor. Bu realite tüm gerçekliği ile ortadayken değişime kapalı olmak, birbirini tekrar eden rutinlere sıkı sıkıya bağlı olmak, düşünmeyi, denemeyi ve yeni şeyler öğrenmeyi angarya olarak görmek tam anlamıyla konfor alanında çürümeye yüz tutmuş zihinlerin en çok sevdiği eylemlerdir. İnsanlar hangi meslek grubunda olursa olsun gelişim zihniyetinde olmadığı sürece bilimde, fende ve teknolojide ilerleme sağlanmaz ve toplum kalkınamaz.
Bu özlü (!) sözden nasibini alanlar arasında meslektaşlarım da bulunuyor. Geçmişte okulun kuruluş ve varoluş ilkesine bakıldığında fabrikasyon usulü işçi yetiştirme amacı taşıdığını söyleyebiliriz. Bilim, fen ve teknolojide yaşanan gelişmeler okulun farklı kimliklerde insanlar yetiştirebildiğini gözler önüne serse de okul başlangıçta ki geleneklerine sıkı sıkıya bağlılığını sürdürüyor. Herkesin aynı hızla, aynı müfredatla ve aynı anlatım biçimiyle öğrenmesi ilke ediniliyor. Girdiler yani öğrenciler bu formatla eğitiliyor ve bu eğitimin çıktısı olarak da mezun oluyor. Elbette kalıpların dışına çıkan eğitim yaklaşımları ve bu yaklaşımlara uygun eğitim felsefeleri ile örnek işler teşkil eden kişi ve kurumlar bulunuyor. Ancak yaygın eğitim yıllar yılı bu felsefenin oldukça uzağında seyretti.
Vereceğim örnekle bu özlü (!) sözü ilişkilendirmek istiyorum. Bir eğitimci düşünün hem de henüz mesleğinin ilk yılında bir eğitimci. Yeniliklere açık, alanıyla ilgili gelişmeleri yakından takip eden teknoloji okuryazarlığı güçlü çiçeği burnunda bir eğitimci. Alanıyla ilgili örnek bir uygulamayı sahaya sürmek için yöneticisi ile temasa geçiyor. Yönetici, beğendiği bu projenin tüm okulda uygulanmasını istiyor. Çiçeği burnunda eğitimci bu haberi mutlu bir şekilde zümre arkadaşlarıyla paylaşırken çok yıllık öğretmenler tarafından (işini tutkuyla yapan kıdemleri hocalarımızı tenzih ederek söylüyorum) beklenmedik bir tepkiyle karşılaşıyor. Off, bunca işin içinde bir de bu mu? Şimdi biz de yapmak zorunda kalacağız.
Bu durum çok yıllık öğretmenlerin hoşuna gitmemişti anlaşılan. Çünkü bu ekstra bir iş ve uğraş demekti. Kim uğraşacaktı ki bunca işin içinde bu yeni proje ile. Ne gerek vardı ki şimdi buna? Beklemediği bir tepkiyle karşılaşan çiçeği burnunda öğretmenin yüzüne söylenemese de yaptığı işin değerli olmadığı hatta bir angaryadan ibaret olduğu mesajı layıkıyla verilmişti. Bu proje de öğretmenin yaptığı ilk ve son proje oldu. Zamanla o da diğerleri gibi görev tanımını sadece kendisinden isteneni yapma olarak kodladı ve fazlasını da yapmak istemedi.
Bir idealist öğretmen daha sistem ve bileşenleri tarafından öğütülmüştü. Ve dahası ilerde artık onun da başımıza icat çıkarma diyeceği birileri olacaktı.
İşin özü dostlar kalkınma için zihniyet reformuna ihtiyacımız var ancak işe öncelikle kendimizden başlamamız gerekiyor.